Yaz geldi karpuz kabuğu denize düştü mantığında mısınız, yoksa benim gibi aşırı turistik yerleri yaz gelmeden, sakin sakin ilkbaharda gezelim mantığında mı? Evet o zaman Antalya diyelim. Nisan - Mayıs ayları aşırı sıcaklar gelmeden Antalya’yı gezmenin ne de güzel zamanı.
Yerli yabancı turistlerin akın ettiği zamanlar yerine, baharın geldiği, doğanın ve içimizdeki gezme aşkının canlandığı bu mevsim haydi biraz Antalya - Alanya gezelim.
Öncelikle benim gibi eski sokaklar cumbalı evler gezmeyi görmeyi sevenleri şöyle Kale içine alalım. Eski Antalya’nın ilk mahallelerinden olan Kaleiçi, taş binalar, Arnavut kaldırımlar mistik havasıyla hemen de içine alıverdi bizi.
Her bir sokakta otantik takı ve kıyafet satıcıları, bir taraftan Antalya’nın rahat zihniyetine uygun barlar ve tavernalar, tam da bu ruha uygun salaş ve sıcakkanlı insanlar karşılıyor. Her sokağına karış karış girilesi en sonunda da denize çıkan bu sokaklara bayılıyorum.
Yat limanına geldiğimizde sizi tüm tekneler yat turuna davet ediyor. Sokakları karış karış ederek indiğiniz yat limanından, manzarayı izleyerek ve daha az yorularak çıkacağınız bir de asansör var.
Gelelim tam bir gününüzü daha geçirebileceğiniz bir noktaya. Ayy burayı gerçekten anlatabilecek miyim bilmiyorum çok heyecanlı… Başlıyorum… Kurşunlu Şelalesi.
Antalya’da benim Düden’e göre kat kat daha fazla favorim bu şelale. Bence orası kadar keşfedilmemiş ve el değmemiş bir yer. Özellikle hafta içi fırsatınız olursa kesinlikle hafta içi bir gününüzü burada geçirmenizi tavsiye ederim. Çünkü gerçekten sakin oluyor ve tamamen doğanın tadına varıyorsunuz.
Hele bizim kadar şanslıysanız tam da şelalelerden birinin karşısındaki bankı boş bulup da oraya evden getirdiğiniz kahvaltılıklarla bir sofranızı kurduysanız. Şırıl şırıl su sesi ve yanı başımızda yüzen ördeklerle hem huzura hem muhabbete hem de “o an” a doyduk. Hadi artık kahvaltıdan kalkıp şelalenin kalanını gezme zamanı.
Bitki tünellerinden, ahşap köprülerden geçerek yaptığımız yürüyüşün sonunda mavinin en sevdiğim tonu turkuazla karşı karşıya bir kafe.
Yan tarafta minik minik oluşmuş birbirini besleyen şelalecikler. Yandan üstten kenardan her yerden gelen yemyeşil ağaçlar. Orada kulağımıza fısıldayan kurbağa sesleri… Yeryüzünde böyle bir manzara varsa acaba cennet ne kadar güzeldir dedirtir bu insana. Burada biraz çay kahve yudumlayıp üzülerek çıkış yolunu tutmak zorunda kalıyoruz.
Turist cenneti, otel cenneti olan Alanya’yı bir kenara bırakın da gelin Alanya’yı sezon açılmamışken gezelim. Sezon açılmamışken, güneş kavuracak sıcaklığa gelmemişken dedim de aklıma Dimçayı geldi.
Ben Dimçayı’na nisan ayında gittim; evet sakindi istediğimiz restoranda rahatça oturup alabalığımızı yedik ama Dim çayı‘nın o serin sularına atlayıp kendimi sulara bırakamadım. Tabî ki bunun için lny gidilecek yerler listesine tekrar eklendi.
Alanya Kalesi, yukarı çıktıkça hem tepeden deniz manzarasına kavuşuyorsunuz hem de ormanın içinde gözleme ve kahvaltı mekânları karşılıyor sizi. Hele bir de gece manzarası... Bir şehrin ışıkları en tepeden bakıldığında herkese aynı şeyleri mi hissettirir, ya da bazı hisler öğrenmişliklerden mi ibarettir?
Yat limanındaki teknelerin canlılıklarını, müziklerini yukarda bile alabiliyorsanız, şehir tüm ışıklarıyla ayaklarınızın altındaysa hayallere dalma vakti...
Züleyha ÇİMEN