İngiltere deyince ilk sorulan ‘'Eeee vizeyi nasıl verdiler?'’ sorusu oluyor. İnanın biz de çok umutlu değildik ama daha önce giden bir arkadaşın ‘'Çıkar tabi hem de bir haftada çıkıyor'‘ demesi üstüne başvurduk. Anladık ki istedikleri evrakları eksiksiz tamamlarsak vize vermelerinde bir sorun olmuyormuş. (Ama yine de asıl dikkat ettikleri mevzu kendinizi oraya yerleşmek için değil de yalnızca gezmek daha sonra geri dönmek için gideceğinizi ikna etmeniz gerekiyor.)
Eveeet vize cepte o zaman sıra geliyor nerelere gidelim nereleri görelim. Biz İngiltere ‘nin şehirlerinden Londra’yı görmeyi düşünmüştük. Hava alanından toplu taşıma araçlarıyla kalacağımız hostellere yerleştikten sonra gerisi şehir haritalarına kalıyor. Haahaha en sevdiğim şey şehir haritası elinde o şehri keşfetmek.
Londra’da müthiş gelişmiş bir metro ağı var: mavi hat, kırmızı hat, yeşil hat blaa blaa blaa.. Haritada nereyi görmek istedik ve sorduysak bize underground(bahsettiğim metro ağı) la tarif etmeye kalktılar. Fakat biz yürüyerek gezmeyi tercih ettik, çünkü bir şehri en iyi keşfetme yolu o şehri adımlamakla olur, yoksa kesinlikle Pound, Euro gibi dövizin fırlamasıyla bu tercihimiz arasında bir bağlantı yoktur :P
Şaka bir yana görülmesi gereken yerler arasındaki yürüme mesafeleri öyle afaki mesafeler değil.
London Eye; ben diyorum ki nam-ı diğer dönme dolap. Evet devasa bir dönme dolap.. hem de tüm Londra’yı tepeden izleyebileceğiniz.. Yalnız binmek isteyenler bilet alma ve dönme dolaba binme sırasını çoook bekleyeceklerini bilerek karar versinler. Biz sadece devasa dönme dolabın hem gündüz hem gece görkemini izlemekle yetindik. Hatta gece ışığın rengarenk değişmesi ve Thames Nehri’ne yansımasının vurmasına bayıldık.
Diğer bir noktamız Tower Bridge: Thames Nehri’nin üzerindeki onlarca köprüden bir tanesi ama en gösterişlisi. Geçit kısmı yüksek deniz araçları geçeceğinde katlanıp açılabilen bir mekanizmaya sahip. Bu köprünün yaya kısmında yürümek ise ücrete tabii.
Diyeceksiniz ki İngiltere’de her şey mi ücrete tabii? Hayır tabiî ki de değil. Bütün müzeler ücretsiz ve gerçekten devasa büyük müzeler. Biz kimisine arayıp gidip bulduk, kimisine yol üzerinde denk geldik. Ki benim Londra’ daki benzetmem şöyle oldu sokaklarında gezdikçe müzede gezmiş gibi oluyorsun. Eskiye dair her şey korunmuş, bütün binalar olabildiğine tarihi, olabildiğine heykel barındırıyor.
Peki ya hep müze hep bina hep tarih mi göreceğiz? Elbette değil birbirinden yeşil; içinde sincapların ördeklerin gezdiği parkları var. Kahvesini, sandviçini, hamburgerini kapan bu parklara koşuyor, oturup günün keyfine bakıyor. Parkların en büyükleri Hyde Park, James parkı vs..
Parlementer sistemle yönetilmesine rağmen ülkede hala kraliyet hüküm sürüyor. Ve kraliçe Elizabeth onlar için çok değerli ve başkomutan. Buckingham sarayının önünde kocaaaman altından bir heykeli var. Hata Buckingham sarayının önünde pazartesi ve Perşembe günleri İngiliz askerlerinin nöbet değişim törenini izleyerek kraliyetin etkisini görebilirsiniz.
Kraliyet ve Britanya demişken , Britanya vizesi almışken İskoçya’ya da geçmeyelim mi? Biz İskoçya’nın Edinburg şehrini merak etmiştik. Merak ettiğimize değen tam bir ortaçağ şehriyle karşılaştık. Gotik mimarisiyle yıllar geçtikçe müthiş bir mimariye dönüşmüş.
Sanırım taşların yapısından dolayı, yapıların bazı kısımları yağmurun yağmasıyla nemlenen taşlar siyahlaşmış ve doğanın yeşilliğiyle olan uyumu sizi ortaçağ dönemini anlatan fantastik bir filmin setine götürüyor. Özellikle Harry Potter’ın yazarı, bu filmin kitabını ilk Edinburg’ta yazmaya başlamış. Kitabın yazılmaya başlandığı Elephant House kafeyi ve Harry Potter müzesini filmin sevdalıları görebilirler.
Edinburg da tıpkı Londra gibi müzelerle dolu. Allahımmm ne kadar sanatsal ülkeler ne kadar sanatsal şehirler var.. Biz Natioanal Museum’u gezerken çok eğlendik. Dinazor fosillerinin ayakalarına, Taş Devrinden kalma gök taşlarına dokunup asırlar öncesine yolculuk yaptığımı hissettim. Demek ki neymiş zamanda yolculuk yapmak için zaman makinesine çok da gerek yokmuş, Edinburg’a gidin zaten zamanda yolculuk yapmış gibi hissedeceksiniz. Aslında her seyahat da bir zamanda yolculuk değil midir? Her şehrin kalesine, eski imparatorluklarına, geleneksel kültürlerine, geçmişine dokunabilmek ne hoş…
Edinburh’da da şehir haritasını aldık fakat zaten her yol her sokak bizi görmemiz gereken bir yapıya bir müzeye çıkardı, bize sadece gezip gördükten sonra haritada tik atmak kaldı. Old Townda Child OF Museum'u, Edinburg Kalesini, ilizyon müzesini de görmeden gelmeyin.Bir şehri yüksek bir tepeden seyretmeyi sevenler de kesinlikle Calton Hill e çıkıp bu gotik ortaçağ şehrini seyretsinler.
İskoçya’ya kadar gidip Highland daki meşhur yeşil ovalarını da görmek isterdik ama ona fırsatımız olmadı. Artık bir dahaki sefere mi??
Züleyha ÇİMEN