Gündelik hayatta yaşamın devamı için gerekli olan birçok insan ihtiyacı bulunmaktadır. Bu ihtiyaçlar her ne kadar fizyolojik ihtiyaçlar olarak göz önüne gelebilecek olsa bile bireylerin fizyolojik ihtiyaçları yanında ruhsal da birtakım ihtiyaçları bulunmaktadır. Kompleks bir varlık olan insanoğlu değerlendirilirken bu kapsamda ruhsal ihtiyaçları ve ruhsal durumlarını da hesaba katmak yararlı olacaktır. Çünkü her birey bu ihtiyacını giderebilmek için bazı zamanlar kendisiyle bazı zamanlar ise çevresindeki insanlarla iletişim kurma, ortak paydada birleşebilme, duygusal yaşantı örüntülerini paylaşma ve kendini ifade etme davranışlarında bulunmaktadır.
Bireyler arasında bu süreçlerin gerçekleşmesi hem bireylerin ruh sağlıkları hem de içerisinde bulunduğu sosyal çevrenin ruh sağlığı açısından önem taşımaktadır. Bahsettiğimiz bu iletişim genelde normal bir süreçte ilerlerken bireylerin gündelik yaşantılarında karşılaşabildikleri kendilerini üzecek veya sinirlendirecek olumsuz olaylar veya durumlar karşısında farklılıklar oluşturabilmektedir.
Böyle durumlarda çevreleriyle olan etkileşimde iletişim süreçlerini olumsuz etkileyecek öfke davranışlarının sergilenme olasılığı bulunmaktadır. Bu davranışlar ise insanların birbirlerinden uzaklaşmalarına belki de aralarındaki iletişimsel bağın kopabilmesine neden olabilmektedir. Bireylerin yaşayabilecekleri bu olumsuz olaylar veya stres oluşturabilecek durumlar bazen bireylerin kendi içlerine kapanmalarına ve çevrelerinden kendilerini soyutlamalarına neden olabilmektedir.
Bu şekil bir yaşantı içerisine girmiş olan bireylerde ise her ne kadar fizyolojik olarak sağlıklı olmuş olsalar bile ruh sağlığı açısından normal olarak görülebilecek bir sağlık düzeyi gözlenmeyebilmektedir. Bu durum bireylerin ruh sağlıklarının bozulmasına kadar gidebilecek bir etki zincirini meydana getirebilir. İnsanlarda yaşantıları süresince karşılaştığı her olumsuz yaşantı karşısında kendilerine özgü olan baş edebilme mekanizmaları ve farklı tepki davranışları bulunmaktadır.
Olumsuz durumlar karşısında gereken ve verimli kullanılması gereken baş edebilme mekanizmalarını kimi bireyler etkin kullanabilirken kimi bireyler bu olumsuz durumu atlatamamaktadır. Atlatamayan bireylerde ise içine kapanma, kimseyle iletişim kurmama veya sosyal ve aile çevresine karşı bireysel izolasyona girebilme davranışlar görülebilmektedir. Bireylerin bu tutumların sosyal yaşamlarına zararları olduğu gibi bireysel olarak kendi ruh sağlıklarına da olumsuz yansımaların oluşmasına neden olmaktadır.
Olumsuz yaşantılar karşısında bireyler olarak içe kapanma ve kendimizi çevremizden soyutlama davranışları belki kısa süreli ruhsal anlamda bizlerde geçici bir etki olarak görülebiliyor olsa bile olaya uzun süreçli bir bakış açısıyla baktığımızda içimizde biriken bütün olumsuz veya karamsar duyguların birikerek bir süre sonunda ruh sağlığımızın bozulmasında etkilere sebebiyet vereceği de göz önüne alınmalıdır. Sosyal yaşam bu sebeplerden ötürü her bireyin ruh sağlığının korunması ve sürdürülmesi açısından büyük öneme sahiptir.
Her şeye rağmen gülümseyebilmek, çevremizdeki insanlarla acı, mutluluk, hüzün veya her türlü hislerimizi paylaşmak, içimizden geçenleri yeri ve zamanı geldiğinde kimseden çekinmeden söyleyebilmek gibi davranışlar sosyal yaşam ve ruh sağlığı özdeşleştirilmesinde kişisel olarak kendimizi daha iyi ifade edebilmemize katkılar sağlar ve ruhsal yönden daha sağlıklı bir yaşam sürdürebilmemize katkılar sağlar. Bu yüzden her ne yaşarsak yaşayalım sosyal yaşamdan kendimizi soyutlamamalıyız ve gerektiğinde düşünce ve hislerimizi rahatlıkla ifade edebilmeliyiz.
Metin Yüksel ATAR